Adalar Rotası

Yazı ve fotoğraflar: Engin AKGÜN

ADALARDA NE GÖRÜRSÜN.

Adalar İstanbul’a yakındır ama İstanbullunun bildiğinden, günlük yaşamından farklıdır. Nedir farklı olan adada dersen, daha yola çıktığında gösterir kendini.

Sen hiç şehir hatları vapurunda yolculuk eden domates, marul, hıyar gördün mü? Ada vapurunda görebilirsin. Vapurun orta kısmında usulca denizi seyrederken kendilerini teslim alacak kişiyi beklerler.

Ada vapurunda mutlaka Eminönü’nden binip, Kadıköy’e geldiğinde uykuya dalmış, hatta üç kişilik yer kaplamak için kaykılmış Ortadoğulu bir turist görebilirsin.

Ada vapurunda örgü ören teyze, ders çalışan ilkokul öğrencisi de görebilirsin.

Ada vapurunda mutlaka “Bu hangi ada? Büyükada’ya geldik mi?” sorularını duyarsın.

Yazın ise ada vapurunda ayak basacak yer bulamaz ve vapurda, metrobüs havası eserken, duvarda yazan yolcu kapasitesini okuyup, kendince batmamanın hesaplarını yaparsın.

Anladık ada vapuru bizim bildiklerimizden farklı, peki adalarda ne var ki?

Adaya vapurdan ne kadar kalabalık inse de, beş dakika içinde hiçbirini göremezsin. İskele haricinde diğer sokaklar hep boş ve sakindir. Herkes faytonuna, bisikletine, denize doğru dağılırken sokaklar sessizce içine çeker gelenleri.

Adada kilisenin yanında camiyi, Cem evini görürsün. Gerçi İstanbul’da da bunu görürsün ama burada kiliseden kalkan cenaze törenini dolduran Müslüman ada yerlisini de görürsün. Hatta “Madem bu kadar Müslüman geldik keşke camiden kaldırsaydık cenazeyi” diyenleri bile duyabilirsin.

Adada faytonların dışında başıboş dolaşan, ağaçların arasından çıkıp, çıplak halde koşturan, nereden gelip nereye gittiklerini anlamadığın atları görürsün. 

Adada dibinden ayrılmayan kediyi, köpeği, onları kovalayan martıları görürsen de şaşırma. Hangisinin başını okşarsan tüm gün seni takip edeceğini de bil ama.

Yüzyıllarca yıl önce, buraya sürgün edilen Bizans prenslerinin aksine, adada denize karşı bir şeyler içerken, karşı yakada İstanbul’u seyredip, iyi ki orada değilim diye düşünür, en son vapur kaçta diye sorarsın kahveciye. 

Üşenmeyip çıkarsan tepelerine, bir şişe de şarap olursa yanında, çam ağaçları altından bakarsın koca ve gelişmiş İstanbul’a. 

Adada, tanırsan eğer bir sürü meyve ağacı ve ot çeşidi bulabilirsin. Deli elmayı, arap saçını, inciri, ıhlamuru, narı kitaptan değil dalından gösterirsin kızına…

Nazım Hikmet’in, Sait Faik’in, Aziz Nesin’in, İsmet İnönü’nün dolaştığı sokaklarda yürümenin heyecanını hissedersin. 

Yani adaya ayak basarak bir saatlik mesafede, ıssız olmayı, uzak olmayı, samimi olmayı hissedebilirsin. 

Bir cevap yazın