Galata Kulesi – İstiklal Caddesi Rotası

Fotoğraflar: Cenk GENÇDİŞ
Yazılar: Engin AKGÜN

GALATA KULESİ 

Tünel meydanının sol tarafındaki, Galip Dede Caddesi’nden yokuş aşağıya inelim. Rengarenk müzik aletleri satan mağazalardan sonra, daha da renkli meyvelerle dolu raflar geride kalıyor.

İki yanda binalarla sıkışan yokuşun ortalarına geldiğimde sağda bir boşluk beliriyor. Kafamı kaldırdığımda beklenmediğim boyutlarda, bu zamana ait olmadığı çok belli olan Galata Kulesi karşılıyor beni. 

Kule ilk olarak 5.yüzyılda yapılmışsa da çeşitli depremler ve yangınlardan sonra tahrip olmuş, sonunda 1300’lü yıllarda Cenevizliler tarafından bugünkü haline benzer şekle getirilerek Ceneviz Kolonisi’nin en kuzey ucunu belirlemiştir. Osmanlı zamanında kuleye iki kat daha eklenip , hapishane, gözlem evi ve yangın kulesi gibi işlevlerle kullanılmış.

1967 yılında turistik olarak hizmete açılan yaklaşık 70 metre yüksekliğinde ve 9 metre çapındaki kulenin Büyük Hendek Sokak’tan görünen cephesine sırtını dönüp fotoğraf çektirenler hiç eksik olmaz. 

TÜNEL

Geldik İstiklal Caddesi’nin son noktası olan Tünel’e. Bugün bize burası caddenin sonu gibi gözükse de, Osmanlı zamanında Levantenler evlerini, devletler ise elçilik binalarını Tünel’den Taksim istikametine doğru inşa etmişlerdi. 

O yıllarda bu meydandaki dik yokuştan Karaköy’e her gün binlerce insan, hamallar ve at arabaları inerdi. Bu da tam bir karmaşa ve kazaları ortaya çıkarıyordu. 

1867’de bu ortamı gören Eugene Henry Gavand isminde bir mühendis, turist olarak geldiği İstanbul’da, Galata’yı Pera’ya bağlamak için bir proje üretti ve bunu Sultan Abdülaziz’e kabul ettirdi. 1875’te açılan tünel Londra’dan sonra ikinci yeraltı taşımacılığı oldu.

Tünel kullanım olarak tam bir metro sayılmaz. Yukarıya doğru çekilen bir nevi füniküler sistemdir. Tünelin bulunduğu bina da görülmesi gereken gösterişli bir yapıdır. Binanın karşısında bulunan oldukça yüksek baca ise fünikülerin buhar gücü ile çalıştırıldığı dönemden 

Tünel de Tanzimat Fermanı sonrası yabancı şirketlerin başlattığı ve geliştirdiği projeler ve Cumhuriyet kurulana kadar da yabancı imtiyazında kalmış işletmeler.

NARMANLI HAN

Tünele doğru sıra sıra konsolosluklardan sonuncusu olan İşveç Konsolosluğu’nun karşısında, caddenin genel kimliğinden farklı bir cephe düzenlemesi olan tombul, gri renkli ve ağırlığı hissedilen bir bina bulunurdu.

Narmanlı Han, 1843 yılında yapıldığı tahmin edilen ve Fransız Konsolosluğu binası ile birlikte İstiklal Caddesi’nde ayakta duran en eski binalardan biridir. Rus Devletinin yaptırdığı bina, geride bıraktığımız konsolosluk binası yapılana kadar Rus Elçiliği ve hapishane olarak kullanılmış. Sonrasında 1920’lerde Rusya’dan kaçan çok sayıda göçmenin sığınma yeri ve ofis binası olmuş.

Sanata düşkün Narmanlı ailesinden iki tüccar kardeş 1933’te binayı satın aldıktan sonra, düşük kiralarla sanatçılara kiralamışlar. Ünlü heykeltraş Fikret Karol, ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu, Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi isimler atölyeleriyle bu binada bulunmuşlar.

Uzun zamandır kullanışsız ve yıpranmış da olsa, köşeyi tutan vakur görünümüyle yıllar önce avlusundan gelip geçenlerin izlerini, sesleri hatırlatır gibiydi. Yeni yapılan restorasyon sonrası turuncu bir renge bürünüp, makyajlanarak kimliğinden uzaklaşmış gözüküyor. Bir zamanlar sanatın konuşulduğu toprak avlusu, beton kaplanarak tüketim ve alışverişe kurban edilmiş ne yazık ki…

ST. ANTUAN KİLİSESİ

İstanbul’un en büyük Katolik kilisesisine geldik. Bu arsada da bir zamanlar Mısır Apartmanı’nın arsasındaki gibi açık hava tiyatrosu bulunuyordu. 

İlk St Antuan kilisesi,1724 yılında yine Beyoğlu’nda farklı bir yerde yapılmış fakat tramvay yolu yapılacağı için yıkılmış. 1910 yılında bu arsada şimdiki yeni haliyle İtalyan gotiği tarzında tuğla kaplı heybetli bu yapı yapıldı.

Kilisenin avlusuna, altışar katlı, İstiklal caddesinin ilk betonarme yapılarından olan apartmanların arasından girilir. Kiliseye gelir getirmesi için yapılan bu apartmanlar birbirlerine girişin üstündeki geçit ile bağlanırlar. 

ÇİÇEK PASAJI / CİTE DE PERA

İstiklal’de yürürken çoğunlukla ileriye veya yere bakarak yürürüz. Bu yüzden de binaları genellikle çaprazdan görürüz. Halbuki daha yavaş yürüyüp, bu güzel binalara karşılarında durarak bakmayı denerseniz çok ilginç cepheler göreceksiniz.

Bugünkü Çiçek Pasajı’nın yerinde 1870’deki Büyük Beyoğlu yangınından önce Suriye Valisi Naum Efendi’nin ünlü tiyatrosu bulunuyordu. İlk Türkçe operalar bu binada İstanbul halkına sunulmuş. Bitişiğindeki Balık Pazarının sokağına da bu yüzden ‘Sahne Sokak’ deniyor.

Yangından sonra el değiştiren ve yeniden yapılan bina pasaj olarak dükkan, lokanta ve apartman şeklinde tasarlanmış.

1920’lerdeki Bolşevik Devrimi’nden kaçan Ruslar pasaj içerisinde çiçek satarak geçimlerini sağladıklarından zamanla pasaj bugünkü adına kavuştu.

Bir yanıt yazın