Sultanahmet Meydanı – Kadırga Rotası

Yazılar: Engin AKGÜN
Fotoğraflar: Cenk GENÇDİŞ

İstanbul Fotoğraf Rehberi Atölyesi 1. Çekim rotası İstanbul’un merkezinden başlıyor. Tarihi Yarımada’da başlayacak olan çekimler İstanbul’un görsel olarak en güçlü noktalarında devam edecek.

Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Meydanı, Sultanahmet Cami, Sokullu Mehmet Paşa Cami, Kadırga sokakları ve Küçük Ayasofya bu ilk çalışmanın rotasını oluşturuyor.

Mimari çekimlerin yanında turistik bir merkezin günlük yaşamı ve “mahalle hayatı” da fotoğraf başlıklarını oluşturacak.

SULTANAHMET BÖLGESİ

Yedi tepeli İstanbul’un birinci tepesi tarihi Sultanahmet bölgesi olarak kabul edilir. Tarihi merkez, bugün dikilitaşların bulunduğu ve Bizans zamanında “Hipodrom” denilen, yani at yarışlarının yapıldığı stadyum tarzı yapısından ismini alan alandır. Osmanlı zamanında da “At meydanı” denilen bu alana, Cumhuriyet’ten sonra “Sultanahmet Meydanı” denilmeye başlanmış.

Hipodrom Meydanı, Bizans döneminde Konstantinopolis’in merkezi sayılırdı. Çünkü İmparatorluk Sarayı ve önemli yapılar bu meydanda toplanmıştı. 

Osmanlı’da da Topkapı Sarayı’nın burada olması avlusunda, etrafında geniş halk kitlelerinin toplanma mekanı olmasını sağladı. İdamların çoğu burada olur, büyük gösteriler, ayaklanmalar buradan başlardı. 23 Mayıs 1919’da İzmir işgalini protesto etmek amacıyla yaklaşık 200 bin kişi bu meydanda toplanmış ve kürsüde Halide Edip Adıvar da konuşma yapmıştı.

HİPODROM

Hipodrom ismi, Bizans zamanında bu alanda at yarışlarının yapıldığı devasa yapıdan geliyor. 100.000 kişi kapasiteli olduğu söylenen yapı, Bizanslıların başlıca eğlence, kutlama ve yarış izleme amacıyla kullandığı stadyum şeklinde tribünlü bir yapıymış.

Bugün Sultanahmet meydanında görülen dikilitaşlar, hipodromun ortasında, yarış sırasında atların dönüş yaptıkları kaidenin üzerinde bulunurlardı. At arabaları yarış esnasında, hipodromda 7 tur atarlarmış. Yedi sayısı, Hristiyanlıkta da, Müslümanlıkta da, Roma’da da kutsal sayılmıştır. Roma’nın ve İstanbul’un 7 tepe üzerine kurulmasının da bu yüzden olduğu söylenir.

Hipodrom, Bizans hayatında eğlencenin dışında büyük Nika ayaklanmasına da ev sahipliği yaparken, isyanın bastırılması için 30.000 kişinin de öldürüldüğü yer olmuş.

DİKİLİTAŞ

Hipodrom’un orta aksında dünyanın farklı yerlerinden getirtilen anıtlar bulunuyordu. Birçok İmparator, İstanbul’da yaptırdığı eserlerin dışında, egemenliği altındaki yerlerden yüzyıllar öncesine ait eserleri buraya getirterek, İstanbul’u daha değerli hale getirmek istemiştir.

Bugüne sadece üç anıt kalmış. Dikilitaş, Mısır’da MÖ 1500’de Firavun 3. Tutmosis’in anısına iki tane yapılmış. Dikildikten 1800 yıl sonra, Büyük Constantinus zamanında bulundukları yerden sökülerek, biri Roma’ya, diğeri İstanbul’a (Konstantinopolis’e) gönderilir. Kente ulaşması 40 yıl sürdüğünden 390 yılında 1.Theodosius döneminde yerine dikilir.

Bir kısmı eksik olan dikilitaşın altına sonradan eklenen kaidede, taşın yerine dikilme anı, imparatorun yarışları seyretmesi ve Persler ve Germenlerin, İmparator’a saygılarını sunmaları tasvir edilir. 

AYASOFYA MÜZESİ 

Dünyanın en önemli ibadethanelerinden biri olan ve “Kutsal Bilgelik” anlamına gelen Ayasofya, aynı yerde yapılan üçüncü kilise.

İlk kilise 360 yılında ve düz, ahşap çatılı olarak yapılmıştı. Bu yapı yanınca, yine aynı yerde 415 yılında ikincisi yapılmış. 

Yıllar sonra, 532 yılındaki “Nika” isyanında bina yakılıp, yıkılınca İmparator büyük bir katliamla isyanı bastırır. Sonrasında da gücünü göstermek adına beş yıl içinde bugünkü Ayasofya’yı tamamlayıp, 537 yılında açar.

Yaklaşık 1500 yıl önce yapılan bu yapı, yıllar içinde çeşitli onarımlar ve eklentiler geçirse de, kendinden sonraki mimarlık dönemlerine de örnek olmuştur. Günümüzde kubbeli yapı camilerin simgesi olsa da, Ayasofya’nın kubbesinin Müslümanlık ortaya çıkmadan önce yapıldığını bilmekte fayda var. 

Fatih, İstanbul’u aldıktan iki gün sonra Ayasofya camiye dönüştürülmeye başlanır. İsmi herhangi bir azizden gelmediği için değiştirilmeden “Ayasofya Camisi” olarak kullanıldı.

Etrafına farklı dönemlerde minareler eklendiğinden, boyutları birbirinden farklıdır. Fatih döneminde doğu yönüne kızılımsı ince minare, 2. Beyazıd döneminde, Topkapı Sarayı tarafına taş minare eklenir. 3. Murat zamanında da Mimar Sinan tarafından, tramvay yolu tarafına, eşit ölçülerde iki minare daha eklenir. Sinan ayrıca, taştan payandalarla yapının çökmemesi için bazı destekler de yapmıştır.

Kubbenin altına 1847 yılında 7mt çapında ahşap panolar asılır. Allah, Hz. Muhammed, Hz Hasan, Hüseyin ve dört halifenin isimlerinin altın yaldız ile yazılı olduğu bu panolar, dünyadaki en büyük hat yazılarındandır.

1500 yaşına yaklaşmış Ayasofya, 916 yıl kilise, 477 yıl cami olarak kullanıldıktan sonra, 1930 yılından beri müze olarak ziyaret ediliyor.

MİLYON TAŞI

Tüm yollar Roma’ya çıkar. Bir zamanlar bu sözün kaynağı da İstanbul’dan çıkmış. Ayasofya’dan Beyazıt’a giden yolu sağ tarafında, tam köşede üstü kırılmış taş bir blok görürsünüz. 

Bu nokta, Konstantinopolis’in tüm yollarının başlangıç noktası ve Romalılar’a göre de dünyanın başlangıç noktasıdır. Dünyanın diğer şehirleri, bu noktadan uzaklıkları ile anılırmış.

Zamanında dört ayaklı ve kubbeli bir örtüden oluşan anıt, o dönemde İstanbul’un Romalılar ve dünya için ne kadar önemli olduğunu gösterir.

TOPKAPI SARAYI 

Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra ilk sarayını ahşap olarak, Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi’nin alanına yaptırır. Fakat yirmi yıl sonra, İstanbul’un birinci tepesinde, “Sarayı Cedid” yani Yeni Saray anlamına gelen yapının inşaatına başlatır.

1479 yılında tamamlanan ilk haline, her devirde ihtiyaca göre eklentiler yapıldığından, karmaşık bir yapısı vardır. 

SULTANAHMET CAMİSİ 

1616 yılında yapıldığında dünyadaki 6 minaresi olan tek camiymiş. Hatta 1. Ahmet, aynı dönem Mekke’deki 6 minareli bir camiye, bir minare daha ekleterek, tek olma özelliğini koruduğu söylenir.

O yıllardaki devlet geleneğinin aksine, caminin masrafları savaş ganimetleri ile değil, hazineden karşılanmıştır. Bu da vatandaşın hoşuna gitmediğinden, ilk dönemlerinde ziyaretçisi az olur.

İlk “mahya” yazısı 1. Ahmet zamanında bu camide kurulmuş. İstanbul silüetinde kütlesi sayesinde etkili bir yeri olsa da, Mimarı Sedefker Mehmet Ağa form olarak, Mimar Sinan’ın 150 yıl önce Şehzade Camisi’ndeki kubbe yapısını tekrarlamıştır.

Cami içindeki mavi çiniler de görülmeye değerdir. Bu yüzden de yabancılar bu camiyi “Mavi Cami” olarak isimlendirirler.

KÜÇÜK AYASOFYA

Marmara Surları’nın Çatladıkapı yakınlarında, planı Ayasofya’ya benzetildiği için “Küçük Ayasofya Camisi” denilen kilise-cami bulunur. 527 yılında yani Ayasofya’dan da önce yapılan kilisenin asıl ismi iki aziz olan “Sergios ve Bakhos Kilisesi” imiş. 

İustinianos’un yaptırdığı kiliseyle ilgili bir rivayete göre, İustinianos, imparator olmadan önce mevcut İmparator Anastasios’a bir suikast girişiminde bulunur. O sırada bu iki aziz imparatora rüyasında İustinianos’un suçsuz olduğunu söylemişler. İustinianos da bu kiliseyi yaptırarak azizlere şükranlarını dile getirmiş.

16. yy’ın başında kiliseyi camiye çeviren Kapı Ağası Hüseyin Ağa, önündeki medreseleri eklemiştir. Caminin yanındaki türbe de ona aittir.

NOT:İlginç bir bilgi ise, aslında Ayasofya’nın planına pek de benzemeyen Küçük Ayasofya’nın plan şeması Mimar Sinan’ın Rüstempaşa Camisi ve Edirne’de yaptığı Selimiye Camisi’nin küçültülmüş hali gibidir. Kendinden önceki yapıları inceleyip örnek aldığı anlaşılan Sinan’ın Süleymaniye Camisi de, Ayasofya planının düzenlenmiş ve geliştirilmiş hali gibidir.

SOKULLU MEHMET PAŞA CAMİSİ

Kanuni döneminden başlayıp üç padişaha sadrazamlık yapan, Sırp asıllı paşa adına karısı tarafından 1571’de Mimar Sinan’a yaptırılan camidir. 

Medrese odacıklarıyla çevrili avlunun ortasında güzel bir şadırvan var. Cami mekanı kareye yakın bir dikdörtgen. İçinde İznik çinileri kullanılmış.

KADIRGA

Burası adından da anlaşıldığı gibi bir limandı. Bizans zamanında Marmara kıyılarındaki girintiler liman olarak kullanılırdı. Teknolojik ilerlemeler sonrası kürekle çekilen tekneler, kadırgalar yerlerini büyük yelkenlilere bırakınca bu küçük limanlar terk edildi.

Kadırga Meydanı, 1950’lere kadar İstanbul’un başlıca bayram yerleriydi. Karagözcüler, tuluatçılar buraya gelirlerdi. Meydandaki karakol Abdülmecid zamanından kalmadır. Karşısında Beyazıt zamanından kalma Kadırga Hamamı bulunur.

Caddede batıya doğru ilerlerken solda kalan, teraslı kutu gibi olan bina, 18.yy’da 3. Ahmet’in kızı Esma Sultan’ın namazgahıdır. Namazgah genellikle yolda olanların namazlarını vakit kaybetmeden kılmaları için yapılan Açıkhava ibadethanesidir.

Caddenin devamında sağda Ayia Kiryaki kilisesi bulunur. Tanzimat Fermanıyla kubbeli kilise yapma yasağının kalkmasından sonra 19.yy’da yapılan kiliselerdendir.

Bir cevap yazın