Vefa – Süleymaniye Rotası

Fotoğraflar: Cenk GENÇDİŞ
Yazılar: Engin AKGÜN

ŞEHZADE CAMİSİ 

Bozdoğan Kemeri’nin Eminönü tarafında, Vezneciler denilen semtteyiz. Atatürk Bulvarı’nın köşesinde Mimar Sinan’ın, mütevazice çıraklık eserim dediği, eşsiz Şehzade Camisiyle karşılaşırız. Cami, Kanuni’nin genç yaşta çiçek hastalığından ölen oğlu Şehzade Mehmet adına yapılmış.

Fakat camiye, Şehzade Mehmet ölmeden başlanıldığı düşünülürse, Kanuni’nin bu camiyi ilk başta kendisi içi yaptırdığı tahmin edilir. Boyutu ve külliyesi düşünüldüğünde tam bir sultan camisidir.  

Caminin merkezi kubbesi, dört yarım kubbeyle simetrik olarak desteklenip, dört adet kolonla taşıtılarak, iç mekan hayli genişletilmiş. İç mekanda sadelik ön planda olduğundan duvarlarda çini bile kullanılmamıştır. Fakat dış cephede ve minarelerde özellikle gösterişli detaylar göze çarpar.

Caminin bahçesinde, birçok da türbe bulunur. Bunların en güzeli tabi ki Şehzade Mehmet’in, sakat kardeşi Cihangir ve kızı Hümaşah’la birlikte yattığı türbedir.

MOLLA GÜRANİ CAMİSİ (VEFA KİLİSESİ)

Vefa, tarihi yarımadada Osmanlı dokusunun hala hissedildiği eski semtlerden birisi. Gelişi güzel ara sokaklarda yürürken, karşınıza mutlaka, eski ahşap konut örneklerinin, yıpranmış veya restore edilmiş örnekleri çıkacaktır.

Vefa semti adını, 15. Yüzyılda burada yaşamış Şeyh Vefa Muslihiddin Mustafa Efendi’den alır. 1850’de kurulan Vefa Lisesi ve ünlü Vefa Bozacısı da, Şehzade Camisinin alt sokağında bulunuyor.

Ara sokaklarda yürürken karşınıza, muhtemelen 12. Yüzyıldan kalma Aya Teodosis Kilisesi çıkar. Kariye Müzesi ve Zeyrek Camisi (Pantokrator Kilisesi) gibi, mimari formu ve tuğla ağırlıklı malzemesi, bu eserin aynı dönemden kalma Bizans kilisesi olduğunu anlamamızı sağlıyor.

Fatih’in hocalarından Molla Şemsettin Gürani, fetihten sonra kiliseye, yivli bir tuğla minare ekleyip, freskleri de kapatarak kendi adına camiye çevirir. Bugünlerde restore edilen caminin içine girilmiyor. Umarım bitince etrafına da biraz bakılır.

SÜLEYMANİYE CAMİSİ 

İstanbul’un üçüncü tepesinde konumlanan cami, Ayasofya’yla kıyaslanmak için yola çıktığından planlarında bazı benzerlikler görülür.

Kubbe çapı olarak Ayasofya’nın boyutlarını geçmese de, bu sadece fiziksel bir durumdur. Çünkü Süleymaniye Camisi’nin estetik ve orantılı formu, yapıyı daha insancıl ve anıtsal bir hale getirmiştir. Ana kubbeden piramit şeklinde alçalarak zemine bağlanan form, Ayasofya’daki hantal görüntünün hafifletilmesi içindir.

Dört minaresi, Kanuni’nin, İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah, on şerefe de Osmanlı’nın kuruluşundan beri onuncu sultan olduğunu anlatmak içindir.

Duvarlarındaki İznik çinileri, mihrap ve minberde kullanılan mermerler ve pencerelerdeki vitraylar göz doldursa da, iç mekanda mütevazi ve sade etkisi hissedilir. 

Süleymaniye Külliyesi’nde caminin dışında, kervansaraydan medreseye, hamamdan hastaneye kadar değişik fonksiyonda birçok yapı bulunur. 

Caminin mihrap duvarının arkasında Kanuni’nin türbesi var. 1566 yılında Zigetvar Kuşatması sırasında ölen Kanuni, 46 gün askerden öldüğü saklanmış, sonrasında bu türbeye defnedilmiş. İçeride ayrıca kızı Mihrimah Sultan’ın da mezarı bulunuyor. Avlunun köşesinde Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan’ın küçük bir türbesi de görülür.

Camiden çıkıp kuzey doğu tarafındaki sokağa dönerken köşede Mimar Sinan’ın kendisi için yaptığı mütevazi türbesi var. Altı kemer üstünde yarı açık şekilde olan bu türbe, Sinan’ın sade kişiliğini yansıtır. Kanuni’den sonra, 2. Selim ve 3. Murat döneminde de yaşamış olan Sinan, üç yüze yakın eseri yaklaşık 100 yıllık ömrüne sığdırırken, her yeni projesinde kendini değiştirmeyi ve geliştirmeyi hedeflemiştir.

Bir cevap yazın