Zeyrek – Cibali – Fener Rotası

Yazılar: Engin AKGÜN
Fotoğraflar: Cenk GENÇDİŞ


İstanbul Fotoğraf Rehberi Atölyesi 2. Çekim Rotasında Zeyrek – Cibali – Fener hattı bulunuyor.

Gazanfer Ağa Medresesi’nden başlayacak olan fotoğraf yürüyüşü Siirt Pazarı’ndan geçerek Molla Zeyrek Cami, Çırçır Mahallesi ve Cibali’ye uzanacak.

Daha sonra Haliç kıyısından devam edecek yürüyüşümüz Gül Cami ve Fener Rum Patrikhanesi’nde son bulacak.

BOZDOĞAN KEMERİ

Tam bir araçlık kemer genişliğiyle, tarihin içinden geçip gittiğimiz Bozdoğan Kemeri, 375 yılında Bizans’lılar tarafından yapılmış. 

İstanbul’da Beyazıt kulesinin olduğu üçüncü tepe ile, Fatih Camisi’nin olduğu dördüncü tepe arasında Unkapanı’ndan Yenikapı’ya inen bir vadi vardır. Bu kemer de şehir dışından, Belgrad Ormanı civarından, gelen ve saray civarına taşınması gereken suyu, bu vadi üzerinden atlatmak için yapılmış.

Kemerin 900mt’lik büyük bir kısmı ayakta. En yüksek yerinde iki katlı kemerlerden oluşurken, yüksekliği 20mt’yi buluyor. Kemerden dökülen su, Süleymaniye ve Beyazıt Cami’leri arasındaki maksemde toplanıp, buradan şehrin çeşitli bölgelerine dağıtılırmış. 

Hatta Taksim’deki Maksem binası da, Osmanlı zamanında bu kemerden taşınan suların, yollarının genişletilerek ulaştığı ve depolandığı noktalardan biriydi. 

KADINLAR PAZARI

Bozdoğan Kemeri’nin hemen altında, 1599’da saraydaki harem ağalarından olan Gazanfer Ağa’ya ait güzel bir külliye gözükür. 

Bu yapının önünden yukarıya doğru çıktığımızda karşılıklı dükkanlardan oluşan ve Kadınlar Pazarı denen bölgeye varırız. İsmini eskiden bu civarda kurulan ve kadınların tarlalarındaki malları sattıkları pazardan almış.

Bugün böyle bir pazar kalmasa da, “Küçük Siirt” olarak da bilinen bu sokakta, ağırlıklı et ve sakatat ürünleri başta olmak üzere Güneydoğu Bölgesi’ne ait yöresel ürünler satılıyor. Meraklıysanız kelleden paçaya, işkembeden baharatlara birçok ürünü bulabilirsiniz.

Sokakta ayrıca, bu ürünlerin satıldığı lokantaların yanında, Diyarbakır, Siirt, yöresinden birçok erkeğin rağbet ettiği kahvehaneleri de sıra sıra görmek mümkün.

ZEYREK CAMİSİ / PANTOKRATOR KİLİSESİ

Ayasofya’dan sonra günümüze ulaşan en büyük Bizans dini eseri olan Pantokrator Manastırı 12. Yüzyıldan kalma. Bünyesinde, iki kilise, bir şapel, ruh hastalıkları hastanesi ve yaşlılar için bakım evi varmış.

Fetihten sonra manastır, medrese için kullanılırken, bu okulların hocası Molla Zeyrek Mehmet Efendi de semte adını vermiş. Fatih külliyesini tamamladıktan sonra, medreseler Fatih camisi etrafındaki külliyeye taşındığından burası cami olmuş.

CİBALİ 

Bu bölge İstanbul’un tarihi deniz surlarıyla çevrili semtlerinden oluşuyor. İlk semt Cibali… Rivayete göre fetih sırasında Bursa Subaşısı (savaş zamanı güvenlik işlerine, barış zamanı vergi işlerine bakan) Cebe Ali Bey ve maiyetindekiler, şehre bu noktadaki sur kapısından girmişler. O yüzden de buradaki kapıya “Cibali Kapısı”, semte de “Cibali” denmiş.

Kapının bitişiğinde, bir zamanlar yeniçerilerin kullandığı, şimdilerde harap durumda olan Cibali Karakolu var. Buradan ismini alan ünlü tiyatro oyunu, 1951’de Muammer Karaca’nın yabancı bir oyundan uyarlamasıyla sahnelerde ve sinemalarda yıllarca oynadı. Halen de Şehir Tiyatrosu’nda Zihni Göktay başrolünde oynuyor.

Haliç, Bizans’tan beri İstanbul’un gözde bir yaşam alanı olmuş. Osmanlı döneminde de şehrin üst düzey Rum nüfusunun bir kısmı burada yaşamış. İspanya’dan gelen Yahudiler, buradaki Türkler ve Ermenilerle beraber Osmanlı mozaiğini zenginliğini oluşturmuşlar.

Bu sokaklarda yürürken birçok kültüre ait yaşam şekillerini, dini simgelerini, türlü alışkanlıklarını görmek mümkün. 

KADİR HAS ÜNİVERSİTESİ

Haliç’in, Osmanlı zamanında liman bölgesi olması, ulaşım ve nakliyenin kolay olması ve atölye atıklarının denize kolayca dökülebilmesi sebebiyle sanayileşmenin başladığı yer olmuş.

Bugün üniversite olarak kullanılan deniz kenarındaki bu bina, 1884 yılında yapılan Osmanlı’nın ilk tütün fabrikasıdır. Yapıda sanayi dönemi sonrası batılı devletlerde kullanılan tuğla, demir, döküm, cam ve çelik gibi malzemeler kullanılmıştır.

Fabrika kurulduğunda, devletin dış borçları yüzünden tütün üretim izni sadece Fransız Reji İdaresine verilir. Cumhuriyet sonrası, Reji’den devralınıp Tekel’e geçer. 1940’a kadar ülkedeki her türlü sigara burada üretilir. 1959’da ilk filtreli sigara Samsun da bu fabrikanın ürünüdür.

Bu fabrikanın bir özelliği de, İstanbul’da kadın işçi çalıştıran ilk fabrikalardandır. Annelerin üretime daha kolay katılabilmesi için, içerisine bir çocuk kreşi bile yapılmış.

Bir ilginç bilgi daha, bir zamanlar şarkıcı Alpay’ın söylediği, Bora Ayanoğlu’nun yazdığı “Fabrikada tütün saran kız” şarkısı, burada çalışan bir kız için yazılmış.

1992’de boşaltılan fabrika, güzel bir restorasyon sonrası 1997’de üniversiteye devrolur. 

GÜL CAMİ

10. Yüzyıldan kalan ve klasik Yunan haçı planlı yapı, İstanbul’daki en yüksek Bizans kiliselerindendir. Özgün bir tuğla işçiliği olan yapının, altında kullanılmayan kripta (mezar) ve sarnıç da var. 

İsmiyle ilgili bir rivayete göre, İstanbul’un fethinden bir gün önce Teodosia’nın yortu (kutsal) gününde, kiliseye gelenler Türklere karşı dua edip, etrafa güller bırakmışlar. Fetih sonrası şehre giren Türkler kiliseyi güller içinde bulduklarından Gül Cami ismiyle kalmış. Ve 1490 yılında yanına minare eklenerek camiye çevrilmiş.

Caminin karşısında 2. Beyazıt’ın vezirlerinden Mustafa Paşa’nın 15. yüzyılda  yaptırdığı, İstanbul’daki en büyük Türk hamamlarından, Küçük Mustafa Paşa Hamamı bulunur. 1996’da bakımsızlıktan kapatılan hamam, 2013’te özel mülkiyete geçip şu an restore edilmektedir.

AYA NİKOLA KİLİSESİ

Kilise, denizcilerin koruyucusu kabul edilen Aya Nikola’ya adandığından genelde yapıldığı gibi denize yakın yapılmış. Kilisenin narteks tavanına asılı model kalyon da denizcilerin, azize şükranları amacıyla sunulan bir armağan.

Aya Nikola’nın kimliği ile ilgili bir rivayet şöyledir. MS 250 yılında Antalya’nın Demre ilçesinde doğan Nikola, dindar ve mali yönden iyi bir ailenin çocuğuydu. Ailesini küçük yaşta kaybedince kendisine kalan mal varlığını yoksul insanlara harcamaya adar. Fakat yaptığı bu yardımların, kendisi tarafından yapıldığının bilinmesini istemediği için geceleri evlerin penceresinden içeriye kese içinde altın bırakır. 

Evet Batının Santa Claus’u yani Noel Babası, insanlara gizlice yardım ettiği söylenen rahip Aya Nikola karakterinin, renklendirilip, markalaştırarak dünya pazarına soktukları bir kimlik haline gelmiştir. 

Bazı kaynaklarda da Noel Baba, bir İskandinav masal kahramanı olarak, soğuk bölgelerde çocuklara hediye getiren biridir. Bu bilgilerin kesinliği olmamakla beraber farklı kaynaklardan teyit ederek mantığımıza uygun geleni kabullenmekle yetinmek durumundayız.

AYAKAPI HAMAMI 

Cibali Kapı’dan sonra surların dışarıya açılan bir kapısı daha var. Bu kapı surların orijinalinde olmayıp, surun dışındaki hamama rahat geçiş sağlansın diye açılmış. O yüzden yüksekliği az olup, ismi de muhtemelen Aya Nikola Kilisesi’ne yakın olduğundan “Aya Kapı” olarak kullanılmış.

Aya Kapı’dan geçip deniz tarafında devam ettiğimizde harap durumda bir Mimar Sinan eseri olan “Ayakapı Hamamı” yolun kenarında belirir. 

1582 yılında 2. Selim’in karısı, 3. Murat’ın annesi Nurbanu Sultan tarafından yaptırılan hamam, Üsküdar’da yine kendisinin yaptırdığı Atik Valide Külliyesi’ne gelir getirmesi amacıyla vakfedilmiştir. 

Maalesef uzun dönemdir kaderine terkedilse de, ayakta durmakta direnen yapı, bugün bir kereste deposu olarak kullanılıyor. Şu an özel mülke ait olan bu tarihi hamam, kubbesinde otlar bitmiş, kereste deposu halinde satışa çıkmış. “Satılık Mimar Sinan Eseri” yani …

FENER

Oldukça dik yokuşların olduğu Fener sokaklarının en sonunda İstanbul’un yedi tepesinden biri olan Yavuz Selim Cami’si bulunur.

İstanbul’un fethi sırasında Fener’in dik yokuşları ve halkın savunmaları sayesinde, bu bölge kuşatmaya sonuna kadar direnir. Fatih de bu insanlara saygısından dolayı, fetih sonrası bu bölgeye yağmayı yasaklar. 

Ardından gelen yıllar boyunca da Rum nüfusunun ve özellikle varlıklı Rumların bu bölgede yaşaması teşvik edilir. Çeşitli Rum okullarının, konaklarının bu bölgede olmasının sebebi bu yüzdendir.Fener’in girişinde 1900 yılında açılan Maraşlı Rum İlkokulu da böyle bir örnek. Grigoris Maraslis adındaki Rum bir tüccarın yaptırdığı, anıtsal girişli heybetli okulun birkaç yıldan beri öğrencisi kalmadığı için artık kapalı.

PATRİKHANE

Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, bünyesinde patrikhanenin yönetim ve kütüphane binasına ek olarak, günümüzde dünyanın birçok ülkesindeki Rum Ortodoks cemaati tarafından ana kilise kabul edilen Aya Yorgi kilisesini barındırıyor.

Fetihten sonra birkaç kez yer değiştirmiş olan patrikhane 1601 yılında buraya taşınmış. Ana girişinde üç adet siyah kapı gözükür. Kiliseye ve ana binaya soldaki kapıdan girilir. 

Ortadaki ana kapının yıllardır kapalı olmasının tatsız bir sebebi vardır. 1821 yılında Yunanistan’da başlayan bağımsızlık hareketini, Osmanlı devletine göre Patrik de desteklemiş. Bu yüzden patrik bu kapıda asılır ve o günden beri orta kapı hiç açılmaz.

Soldaki Aya Yorgi kilisesi 1700’lü yıllardan kalma. İçerisinde çeşitli dini değeri olan eşyalar var. Dünyada örneği birkaç tane olan mozaik ikonlar, kilisenin altın renkli, ahşap oyma işlemeciliğiyle ikonostasion’u görülmeye değer. Ayrıca sağ tarafa demir bir kalıbın içinde bulunan sütunun, Hz İsa’nın gerildiği çarmıh olduğuna inanılıyor.

BULGAR KİLİSESİ

Patrikhane’den çıkıp deniz kenarında yürürken az ileride, karşımıza yakın zamanda restorasyonu tamamlanan Sveti Stefan Bulgar Kilisesi çıkar. 

1800’lerde ortaya çıkan milliyetçilik akımının etkisiyle, Ortodoks olan Bulgarlar, Fener Rum Kilisesi’ne bağlı olmak istemezler. Bunun için Sultan Abdülaziz’den milli Bulgar Kilisesi yapımı için izin isterler. Padişah bu tarz milli ayrışmalara çok sıcak bakmamakla beraber, karşı gibi de görünmemek için kiliseyi bir ay içinde yapabilme durumunda izin verir.

Bunun tek çözümü prefabrik bir yapı tasarlamaktı. Tüm taşıyıcısı, Viyana’da fabrikada dökülüp 1898’de burada monte edilen kilise bu sayede ortaya çıkar. Bu durum tabi ki Fener Patrikhanesi’nin hiç hoşuna gitmez ve bu kilisenin özerk olmasını ancak 1945’te onaylarlar.

Neden çelik malzeme kullanıldığını, yol üzerinde gördüğümüz başka bir yapıdan da anlayabiliriz. Dönemin modernleşme ve güç simgesi sayılan çelik, 14 sene önce Cibali’deki Tütün Fabrikasında da kullanılmıştı. Tıpkı aynı yıllarda Paris’te yapılan Eyfel Kulesi’nde olduğu gibi.

Bir cevap yazın